Yaz deyince yazamamak…
Hadi yazdın diyelim…
Kim neden okusun?
Hadi yazarım dedin…
Ne zaman?
Yazmak isteyebileceğin birşey bulamamak…
Sıkıntı
Anne olmak- çok özel ama muhtemelen bu konuda en son yazması gereken benim… kimseye fikir verecek, tecrübe paylaşacak durumda değilim… o kadar kayıp hissediyorum ki kendimi… üstelik acemi, yeni anne de değilim… 8 sene geçti hala ertesi seneye aktaracak tecrübe birikmedi. Her gün yeni bir macera… çok az günün sonunda ben de bu işi çok güzel hallettim hissi var… daha çok ahhh şu son şeyi söylemeyecektim, bu cezada pek etkili olmadı…. O beni çözdü ben hala emekliyorum.
Ama becerikli bir anne olmasam da anne olmanın tüm yan etkilerini yaşıyorum.
Ağır paranoya… her uçağa binerken acaba binmesem mi hissi… hele baba ile binersem bize bir şey olursa ona kim bakar, daha da önemlisi nasıl bakar korkusu… ya hasta olursam, onunla bu hayatı yaşayamassam korkusu, ya benim annelik yanlışlarım onda kalıcı hasar bırakırsa korkusu, ya bakkala giderken biri onu alıp götürürse korkusu… sonu gelmeyen bir paranoya… polisiye, macera yazarlarına taş çıkaran devamlı komplo tearisi üreten bir beyin
Gereksiz gözyaşı sarfiyatı… Gişesini duygu sömürüsünden alan dram filmlerini geçiyorum… ota boka ağlama refleksi…okuduğun haber, gördüğün resim, fazlasıyla iyi hissettiğin bir gün, okul müsamelesinde programı sunmaya çıkan heyecanlı çocuk , kızımın kitap kurdu olması, gerçi elma kurdu da olsa fark etmez ama ve istisnasız muslukların açıldığı Pazartesi bayrak törenleri… insan her İstiklal marşı okunduğunda ağlar mı? anne olunca ağlıyormuşsun… tam neye ağladığını bilmeden… onca naïf beyinin nasıl yetişkinlere dönüşeceği endişesi, keşke hiç büyümeseler, keşke herşey bu bahçede her Pazartesi birlikte İstiklal marşını söyleyebilmek, iyi dersler, iyi haftalar arkadaşlar diyebilmek kadar basit olsa özlemi, yoğun bir gelecek endişesi… acaba biz bu küçüklere nasıl bir ülke bırakırızın taşınamayan sorumluluğı… ve yoğun gözyaşı sarfiyatı.
Beceriksiz hissetme- yanlış şeyi söyledim, yanlış şeyi yedirdim, yüzme dersini unuttum, diğer anneler ile yeterince sosyalleşmedim, 3. Sınıf gündemine tamamen fransız kalma… neyse anladınız liste uzun.
Hadi refleksi… insan günde kaç kere “hadi” diyebilir… ben bazen dakikaya düşen hadilerimi sayamıyorum… bazen neden hadi dediğimi unutuyorum.
Ama tüm bunların ötesinde bende anneleğin en büyük yan etkisi sürekli vicdan azabı, suçluluk hissi…. Çalışan anne olmaktan beslenen beceriksiz hissetmenin bir üst mertebesi… işe döndüm sütüm kesildi, şu pompa işini bir becerebilseydim gavur anneler gibi- ama diyemedim o saatte toplantı yapamam benim süt sağmam lazım- zaten sevmedim çok anneliğin inek fonksiyonunu ama istedim kızımı 1 yaşına kadar emzireyim görevden – olmadı. Haftalar oldu, haftarası o uyumadan eve gelemedim… anasınıfına başladı, ilk gününde iş seyahatinde başka bir kıtadaydım. Onu ilk gününde okul kordorunda bekleyen babası bir kere bile koridora çıkıp bakmadığını söyledi cesur minik kızımın. O, okul maceralarını bana heyecanla anlatırken ben bir taraftan maillerimi yanıtlıyordum. Kocamla küçük kaçamaklarımızda okuldan kaçan çocuk gibi hissettim, zaten ne kadar yanında olabiliyorum ki… benim ne haddime Barselona’lara, Berlin’lere kaçmak . 2 kez çok hastalandı hastanede yattı, kolunda serum hastanede onu bırakıp sunumlara gittim, gece yanında yatıp sabah tekrar işe gittim. Fiziksel olarak yorulmadım ama bu yoğun vicdan azabı mükemmeliyetçi beni çok hırpaladı, kızıma bir kardeş yapmaya cesaret edemedim.
Anne olmayan anlamaz klişesine hiç girmeyeceğim, anne olunca da anlamadığımız o kadar çok şey var ki, ben de böyle bir anne olacağımı düşünmedim, annelik ile ilgili yazıyor olmak pek haddime düşmez…
Kadın olmak, eş olmak desen… orada da pek iddiam yok… 13 yıldır evliyiz ama Levent’in eşi olmak ilk aklıma gelen ben değil. Sevdiğim bir tanım olmadığı için değil ama galiba benim için ben şuyum demek için bu işe yoğun mesai harcaman, bir nevi uzman olman gerekli… Biliyorum milli yüzücü gibi milli eş kavramı yok- en azından henüz ama ben bu konuda da baya sınıfta kalırdım… Yemek yapmam, 13 senedir eşimden once eve geldiğim gün sayısı bir hadi bilemedin iki elin parmaklarını geçmez, onda da üzerimde gerçekten “rahat birşeyler” oldu. Çok okurum ama kama sutra teknikleri de okuma listeme hiç giremedi. İlk siyah saten geceliğimi 30 yaşında ofistekiler aldı. Diğer aldıklarına burada giremeyeceğim. Onu günde 5 kere arayıp, ne yedin, ilacını aldın mı? sana çorba yaptım akşama hiç demedim. Ona süprizler yaptım ama anlatmaya deyecek şeyler değil. Hiçbir zaman dünyanın en anlayışlı, kolay insanı olmadım… sıradan bir eş olmamakla birlikte en sıradanından sen beni artık hiç sevmiyorsun, seviyorsan neden hiç söylemiyorsun, en son ne zaman çiçek almıştın hatırlamıyorum bile… 15 sene once bal gibi yapardın triplerine girdim. En son söylemem, ya da hiç söylememek gerekeni ilk söyledim.
Nasıl ideal eş olunur, kocalar eve nasıl bağlanır konusunda en ufak bir önerim yok… Zaten şu kızlı erkekli meselesi çıktığından beri hazır fırsatımız o zaman varken neden evlendik Levent’le kızlı erkekli gül gibi yaşar giderdik i sorguluyorum. Benim için atılan imza ile bağlanmadı hayatlarımız birbirine, senin birbirine duymadığın güvenin garantörü hiç bir kurum, kişi ya da imza olamaz . Yani günümüzde kadın erkek ilişkileri ya da evlilik konusunda yazmak da hiç haddime düşmez…
Herkesin ilgisini çekebilecek bir hobim, yeteneğim yok… Campaign dergisi ilk sayısı için reklam profesyonellerini içeren bir kitapçık hazırlamıştı, Chinese portrait denen bir methodla hepimizden bazı soruları yanıtlamamızı isteyip profillerimizi çıkarmıştı… alt metinler karışınca ben şan dersleri alan şarkı söyleyen biri olup çıkmışım… beni tanıyanlar konuyla çok eğlendi ama ben alt metinlerimizin karıştığı meslektaşım ile ilgili kötü hissettim- resmen hobisini, renkli kişiliğini çalmıştım… Yani farklı gurme deneyimler, extreme hobiler, uzakdoğuda çığır açan alternatif tıp konusunda yazamam… Şıp sevdiyim, herşeyi merak ederim hiç bir şeyde “milli” olamadan sıkılırım.
Güncel gündem, takibi çok ciddi zaman… üstelik benim ne düşündüğümün ait olduğum yüzde elli için bile ne önemi var… sosyal medya en çok takip edilen yazarlardan daha tutkulu, espirili, zeki yazarlarla dolu, onların yazdıklarını görünce samimi olarak kıskanıyorum.
18 senedir içinde olduğum reklam- pazarlama sektörü hakkında hiç yazmak istemem… bu da bana haksızlık olur… ben kendim için yazıyorum, söyleyemediğim zaman yazıyorum…
Yani bir gün herkesin duymasını istediğim de söyleyemediğim bir şey olursa yazarım… o zamana kadar ben kimse okumasın diye canımın istediği zaman canımın istediğini yazacağım.