top of page
Ara
Yazarın fotoğrafıCeren Cubukcu

Sivekar


şivekâr

..–/

sıfat

  1. şiveli, işveli, cilveli, nazlı

Bunlardan hiçbiri onu tanımlamanın yanından geçmiyor… hatta birine karakterinin bu kadar dışında bir ismin verildiği görülmemiş olması gayet olası.

İsmini kim koymuştu bilmiyorum… annesi Seher Zeynep o daha 40 günlükken ölüyor… Kadıncağız nazlı bir kız doğurduğunu düşünüp ona Şivekar demiş olabilir gencecik hayatının son günlerinde… ama nedense babası koymuştur diye düşünüyorum… Ahmet Bey gül yetiştirmeye meraklı… o zaman bahçesinde kimsede olmayan siyah güller yetiştiriyor, ahşap oymalı özel silahlar, tüfekler yapan bir zanaatkar… ailenin romantiği o olmalı.

Kim ismini koyduysa pek bilememiş. Şivekar 5 yaşında kafası atınca pılını pırtısını bir çantaya toplayıp evden kaçıyor… ev halkına baya bir heyecan yaşattıktan sonra tren garında bulunuyor. Cici annesine kızınca yeni yerleştikleri şehirden doğduğu Yunanistan’ daki evine dönmeye çalışıyormuş kendince.

Hayatı boyunca inatçı, başınabuyruk oldu… hiç nazlı, işveli, cilveli olmayı beceremedi.

Benim hayatta adının Şivekar olduğunu duyduğum tek kişi anneannemdi… Romantizme bu kadar uzak da başka kimse tanımadım… Fonksiyonel olmayan herhangi bir şeye paye vermeyen, süs püs sevmeyen bir kadındı. Tüm hayatı boyunca koyu renk saçları çenesinden daha öteye uzamadı, o saçlar hiç boyanmadı, bembeyaz tenine çok sevdiği Nivea kremden başka birşey sürmedi, öğretmenlik yaptığı dönemde sıkıcı tayyörler giydi… sonra da neyle rahat ediyorsa onu… tüm buna tezat hayatının her döneminde hep bir tane kırmızı ruju oldu… bunun dışında herhangi bir makyaj malzemesine sahip olduğunu hiçbirimiz görmedik. Güzelliğe bu kadar az önem veren bir kadın olarak çok güzeldi… muzip muzip bakan çok güzel yeşil gözleri vardı. Güzel kıyafetler, takılar hiç ilgisini çekmedi. Dedemle alyanslarını zamanında olan Ecevit’e destek alyans bağışlama kampanyasına vermişler, basit bir alyansı bile yoktu.

Tanıdığım en komik, en zeki bir o kadar da patavatsız insanlardan biriydi… buna rağmen hayatı boyunca kimseyi hiç kırmadı, küstürmedi…

Vücudunun kafasından yavaş çalıştığı yıllar maalesef erken geldi… Buna inat kısıtlı hareket imkanına rağmen hepimize yetişti, oturduğu yerden hepimize laf yetiştirdi… dedem ondan önce bulup yapmasın diye gazetenin bulmacalarını oturduğu koltuğun altına sakladı. Bütün gün okuduğu için gereksiz bir dolu bilgi biriktirdi… Bir gün arayıp “şimdi Ceren ben falanca falancayı okudum, şimdi sen yalnız başına Istanbul’da kendine iyi bakamıyorsundur her gün mutlaka bir domates ye…şuna buna ona… özetle herşeye iyi geliyormuş” diye balandıra balandıra anlatır bir kaç gün sonra arar domates yiyorsun değil mi diye kontrol ederdi…. Sonra aylar sonra arar “Cerennnn, domates iyi değilmiş…şimdi ben vicdan azabı çekiyorum sana hergün ye dedim diye… şimdi şöyle söylediğim şeylere iyi geliyormuş ama şuna buna ona yaramıyormuş aman sen yeme” derdi. Anneanne ben yemiyordum zaten diyince fırca… “sen kereviz ye ama bu sefer gerçekten ye” diye devam eden sayısız telefon konuşması yaptık.

Anneannem yemek yapmayı bilmezdi, gençken çalıştığı için pek de yapmamış… yine de eve yemeğe insan çağırmaya bayılırdı. Menü hep aynı beyaz peynirli tepsi böreği ve tüm komşulara dondurma ikram etme bahanesi ile çağırıp imece usulu sardırdığı etli yaprak sarmaydı. Datça’daki eve süpriz gidişlerim dışında beni hep aynı menü karşıladı ve çeşit çeşit dondurma. Evde bir orduya yetecek kadar dondurma kasesi ve dondurma kaşığı vardı.

Herkesi bir Hollywood artistine benzetme huyu vardı… Levent ile evlenmeye karar verdiğimiz dönem, henüz tanışmamışlar beni hergün arayıp bunaltıyor… o zaman selfie ceken telefonda yok, çekip yollayamıyorum kadıncağıza bir fotoğraf… bak iyi düşün diyor illaki birine benziyordur… işte diyorum anneanne valla benzetemiyorum kimseye… renkli gözlü, kısa sarı saçları var… işin içinden çıkamıyoruz…peki naapalım üzülme diyor… Sonradan öğreniyorum ki telefonu kapayınca anneme…. ya Ceren’in tarifi aynı bizim bahçivan Adem’e benziyor, hadi hayırlısı diyor… Hala bahçıvan Adem’i gördüğümde bir gülme tutuyor.

Biz evlendikten birkaç sene sonra eee hadi artık bebek yapsanız baskısı başladı tatlı tatlı… bir gün aaaaa anneanne daha var o kadar meraklıysan sen yap dedim… valla dedi yapabilecek olsam hiç düşünmem…. Peki dedim yine Dedem’den mi? yok ya dedi ondan 3 tane yaptım zatenJ

Komik bir ilişkileri vardı… dedem dünyanın en sessiz insanlarından biri… en azından yaşlığında öyleydi. En büyük zevki gazeteden kupon biriktirmek… evin her yeri AnaBritanica ve Arcopal tabak takımı… Eğitim konusuna takık… ben ilkokuldayken haftasonu bizi ziyarete geldiğinde İstanbul’dan o hafta teslim aldığı Anabritanica’lar, hikaye kitapları ve 1 koli Tadelle gelirdi… Ansiklopediler okunsun diye masum rüşvet Tadelle annemin tüm itirazlarına rağmen hep gelirdi :)

İlerleyen yıllarda dedem kuponlardan ve hergün itinaylı yırttığı marif takvimini incelemekten arta kalan zamanında anneannemin hayatını kolaylaştırmak için üstlendiği yeni görevlerini yerine getirmekten mutluydu… Anneannem ise ona laf yetiştirmekten mutlu… dedem biz seviyoruz diye patatesleri soyar, özenle incecik cips kıvamında doğrardı… bizimki takılır ah ahhhhh Ruhi bey ben senin bu yeteneklerini çok geç keşfettim diye…

Dedem öldüğüne anladık o takılmaların, didişmelerin, bulmacaları saklamaların, dedemin tam saatinde demlediği çayın onu canlı kıldığını… 3 değil 10 çocuk da yapsa dedem den yapmak isteyeceğini… yine de bizim inatçı kabul etmedi… annem ile dayım utana sıkıla sordular dedemin yanındaki mezar yerini ona almalarını isteyip istemediğini. Lafını bile ettirmedi… ben babanızla 50 yıldan fazla aynı yatakta yattım, zamanım gelince neresi müsaitse orada yatarım dedi.

Bulmacaları saklayacak biri kalmayınca bulmaca çözmek cazibesini yitirdi, vücudunun yavaşlığına isyan edercesine zehir gibi çalışan kafa karışmaya başladı… zamanlar, isimler, mekanlar, olaylar birbirine girmeye… herkesi gülüp geçiren şakacı kadın çoğunlukla aksi ve endişeli kadına dönüştü… ara ara anlar geldi yine muzip bir kız çocuğu gibi güldü gelen komşusunun ardından… sahi kim di o gelen? Yaşlı kadınların aklını çalmak ile ünlü Alman Alzeimer onun da aklını başından aldı… yemek yemeyi, gülmeyi unuttu. Mina 1 yaşına geldiğinde annem Mina’ya da anneannem’e de aynı püreyi yediriyordu. Şivekar nadiren de olsa Mina’ya gülüyordu… maalesef çok beklediği torun çocuğu ile çok az zaman geçirebildi.

Mekanları, tarihleri, komşuları unutsada bizi son güne kadar tanıdı… başında sırasıyla nöbette beklediğimiz zor gecelerden birinin sabah erken nöbetinin bende olduğu bir sabah uyandı… kafa full yerinde… aaa dedi dün gece giderim diye düşünüyordum ben, gitmemişim… yok anneanne dedim gitmedin, dün değilmiş beklediğin gün… yüzü rahatladı… bir süredir ben artık gideyim modunda… biz de diyoruz anneanne dur daha nereye gidiyorsun Ruhi bey’in keyfi yerindedir orada… O sabah da yok ben artık gideyim dedi… 2 senedir onun orada yalnız başına rahatı yerinde… hem biliyorsun, biraz ilerisinde Can Yücel yatıyor… o ikisi 2 senedir manzaraya karşı ne içmişlerdir… kıs kıs güldü… bildiğimiz özlediğimiz Şivekar.

Dedemden 2 yıl sonra bir sabah gerçekten gittiğinde annem ve dayım bu sefer ona yer bakmaya gittiler denize nazır püfür püfür esen Datça mezarlığına… dedemin yanı çoktan dolmuştu… 20-30 metre ileride en ucta, denizi en iyi gören yerde bir yer buldular…Dua faslı bittikten sonra mezarlıktan ayrılırken imam takıldı dedemin mezarının önünden geçerken Ruhi bey geldi seninki, bitti lale devri diye… Datça işte imamı bile farklıJ. Cenazede, taziyede hiç tanımadığımız onlarca insan vardı… senelerdir çok az evden çıkabilen dili sivri komik kadının ne çok insan biriktirdiğine şaşırdık… anneannem ile ilgili çok da şaşırmadığımız bir dolu bilmediğimiz komik hikaye dinledik hiç tanımadığımız insanlardan. Birkaç gün sonra mezara gittiğimizde başucuna bir zeytin ağacının dikildiğini gördük… her yıl yazın gittiğimizde mezarına yeni bırakılmış çiçekler oluyor… biliyoruz bizden başka da ziyaretçileri var… küçük zeytin, ağaç oldu… bugün şakacı kadın gideli tam 10 yıl oldu… bizi hala güldürmeye şaşırtmaya devam ediyor.

Not: Fotoğraftaki annem ve anneannem, 1950'lerin sonu olmalı

135 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page